
İadeli taahhütlü mektup metaforuyla, kapalı bir zarf içinde gönderilen, kartpostal gibi her eline geçirenin okuyamayacağı, tek bir alıcıya kişiye özel teslim edilen nesne kastediliyor olsa gerek. Bu şekilde tanımlanan Müslüman Türk kadınlarına yönelik bu formatlar, dinsel, ayrımcı ve erkek egemen bir söylemi yeniden üretiyor. Günah veya haram kavramları üzerinden üretilen sorularla, programların genel anlatıları modern akıl yerine dinsel referanslar eksenine oturtuluyor. Örneğin “Kadının sesi haram mıdır” sorusuyla, bireylerin (kadın veya erkek) düşüncelerini ifade edebilme hakları laik hukuk yerine İslami kurallar bağlamında ele alınıyor. Bu nedenle, sorunun yanıtının “evet haramdır” ya da “hayır değildir” şeklinde verilmesinin hiçbir önemi kalmıyor. Benzer bir şekilde kürtaj, hukuki çerçevede ya da modern tıp bağlamında değil, dini çerçevede tartışılıyor. Erkeklerin kadınlar üzerindeki haklarının neler olduğuna dair bir sorunun sorulabilmesi ise, topyekün çağdışı olup adeta “beyazların siyahlar üzerindeki hakları nelerdir” sorusuna benzer bir ilkellik ve aşağılama içeriyor.
Bu tür soruların sorulabilir olmaları, soruldukları takdirde yadırganmamaları, tehlikeli bir normalleşmeye işaret ediyor. Belli değer yargılarının, belli algılama biçimlerinin, belli bakış açılarının, belli zihinsel kalıpların toplumsal ve kültürel alanda, günlük hayatın içinde benimsenip norm haline gelmeleri anlamında bu durum, dinselliği normalleştiriyor. Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma adlı kitabında “(...) çağdaşlaşma konusunda asıl sorun, kutsal sayılan alanın ekonomik, teknolojik, siyasal, eğitsel, cinsel, bilgisel yaşam alanlarında daralması, etkisizleşmesi sorunudur” diyor. Bu açıdan ele alındığında, söz konusu kadın programlarının Berkes’in sözünü ettiği yaşam alanlarına dair tartışmalarda dinsel söylemi seküler söyleme üstün tuttukları açıkça görülüyor.
Kadın programları, genellikle içi boş, kültürü yozlaştıran popüler kültür ürünleri olarak ele alınıp tartışılıyor. Oysa, kamusal alanda dinselliği normalleştirmeleri bakımından ele alındıklarında, kadın programlarının içlerinin boş olduklarını söyleyip geçmek tehlikeli bir iyimserliği beraberinde getiriyor. Bu tür programların içleri, ürettikleri söylem oranında doluyor. Zaten yoğun düzeyde magazinle meşgul edilen beyinler, hukuk, cinsellik, tıp gibi ‘ilahi’ değil ‘dünyevi’ uzmanlık gerektiren alanlarda bile referans noktası olarak ‘ilahiyat’ı almaya yönlendiriliyor. Seküler algı, ‘kapalı bir zarf’ içine hapsediliyor.
Bu yazı 04/05/2008 tarihli Radikal 2'de yayınlandı
Resim: 'Women' by Maroe Susti