20 Haziran 2008 Cuma

ENFORMASYON PATLAMASINA DAİR

İzleyicilerin enformasyonu ya da haberi nasıl algıladıkları bizi neden ilgilendiriyor? Bu soru zihnimizde izleyici kavramının nereye oturduğuyla doğrudan bağlantılı. İzleyici dediğimiz kitle aslında bilinçli tercihlerle demokrasiye katılmasını beklediğimiz uygar vatandaşlar. Zaten liberal –çoğulcu yaklaşıma göre medyanın başlıca işlevi de bu. Uygar vatandaşların zihinlerinde enformasyon yoluyla siyasi alana dair anlam yaratmalarını ve demokrasiye bilinçli katılımlarını sağlamak.
Fakat giderek daha fazla enformasyona ulaşmamızı sağlayan bilgi teknolojileri acaba daha demokratik bir toplumun yolunu açıyor mu gerçekten? Bilgi teknolojilerindeki hızlı ilerlemeyi devrim olarak görmek ne kadar doğru? Kablosuz iletişim devrimi, mikroçip devrimi, internet devrimi gibi tanımlamalarla sıkça karşılaşıyoruz. Ancak bunlar içinde yaşadığımız topluma daha fazla adalet, daha fazla eşitlik, daha fazla özgürlük getiriyor mu?
Bilgi teknolojilerindeki ilerlemeyi bir devrim olmaktan çok kapitalizmin yeniden yapılanması olarak görenler de var. Evet daha çok enformasyon alıyoruz ama bu aldığımız enformasyonun bir kısmı da bizi daha fazla tüketmeye iten ürün tanıtımlarından, yani reklamlardan oluşuyor. Bu teknolojiler karşısında çoğunlukla vatandaş kimliğimizden çok tüketici kimliğimiz ön plana çıkıyor.
Üzerinde durulması gereken bir başka nokta da bilgi iletişim teknolojilerine kaç kişinin erişebildiği ve erişimi olanların kaçta kaçının bu teknolojileri bilgiye ulaşmak için kullandığı.
Bunu takiben bir soru daha sormak mümkün. İletişim teknolojileri vasıtasıyla daha fazla enformasyona ulaşmak demek daha fazla gerçek bilgiye ulaşmak anlamına geliyor mu?
Le Monde Diplomatique’in eski editörü İgnacio Ramonet’ye göre aşırı bilgilendirme beraberinde otomatik olarak o konuda bilgi yoksunluğunu getiriyor. Örneğin artık savaş meydanından naklen yayınla izleyici olayın öyküsünü oluşum halinde görüyor. Naklen yayın sayesinde her birimiz tarihin canlı tanıkları haline geliyoruz ama edindiğimiz enformasyon işlenmemiş bilgi aslında. Yani günlük yaşantımız içinde hiç durmadan akan ham bilgi bolluğu çok şey bildiğimizi sanmamıza yol açıyor. Aldığımız enformasyonu belli bir bağlama oturtarak yorumlamaktan giderek uzaklaşıyoruz. Analiz edilmemiş, işlenmemiş ham veriler etrafımızı sardıkça ortaya çıkan enformasyon bolluğu, Nabi Avcı’nın “enformatik cehalet” dediği olguyu doğuruyor.
Öte yandan, bazı durumlarda işlenmiş bilgi de cehalate yol açabiliyor. Glasgow Medya Birimi’nin yayınladığı bir araştırma bu durumu güzel bir örnekle açıklıyor. Araştırma BBC’nin birinci kanalında İsrail'le Filistin arasındaki gerginliği ele alan haberlerin nasıl işlendiğini ve izleyiciler tarafından nasıl algılandığını anlamaya yönelik. Araştırma sonuçları hem BBC’nin olayları daha çok İsrail yanlısı bir tutumla ele aldığını hem de haberlerde olayların tarihsel nedenlerine dair hiç bir bilgi verilmediğini ortaya koyuyor. İzleyicilere haberler izlettirildikten sonra hangi tarafın işgalci olduğu soruluyor ve büyük oranda Filistinlilerin işgalci olarak algılandığı ortaya çıkıyor. Yani izleyici, çoğu zaman naklen yayında çatışmalara tanık oluyor; ancak haberler1948 yılında İsrail kurulurken Filistinlilerin topraklarını terk etmeye zorlanmış olmalarına dair hiç bir bilgi içermiyor. Burada olayın tarihsel bağlamına değinilmemesi mis-enformasyon dediğimiz eksik bilgilendirme kavramına iyi bir örnek teşkil ediyor. İzleyici eksik bilgiye sahip olduğu halde olayları naklen izlediği için konu hakkında yeterli bilgiye sahip olduğunu düşünüyor.
Mis-enformasyon, yani eksik bilgi dışında ele alınması gereken bir diğer konu da dezenformasyon, yani çarpıtılmış bilgi kavramı. Bilgi nasıl çarpıtılır? Aktarılan bilgi ya nesnel olarak ele alınmamıştır ya da bilinçli bir şekilde yanlış bilgi yayılmıştır. Aslında enformasyonu aktarma ya da yayma imkanını elinde bulundurmak demek enformasyonu yönetme gücünü de elinde bulundurmak demektir. Bu açıdan medyanın sahiplik yapısının ve medya-iktidar ilişkilerinin farkında olmak izleyicilerin kitle iletişim kanallarından edineceği her türlü bilgiye karşı uyanık kalabilmesinin ön koşuludur. Hem uygar vatandaşlar, yani bilinçli seçmenler olarak hem de biliçli tüketiciler olarak çabuk hazırlanan ve çabuk tüketmemiz beklenen her türlü bilgiye karşı gözlerimizin açık olması gerekiyor.
Dikkatli ve uyanık olması gerekenler yalnızca izleyiciler değil tabii ki. Medya yöneticilerinin ve gazetecilerin de bilgiyi üretirken ve yönetirken kâr etme uğruna toplumsal sorumluluktan uzaklaşmaması ve asparagas kolaycılığına yönelmemesi gerekiyor. Geçtiğimiz yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nin en çok satan gazetesi USA Today muhabiri Jack Kelley’nin -üstelik Pulitzer ödülüne 5 kez aday gösterilen Jack Kelley’nin- yalan haberlerinin ortaya çıkması hala hafızalardadır. Yine 2004 yılının mayıs ayında Daily Mirror’ın genel yayın yönetmeni Piers Morgan İngiliz askerlerinin Irak’ta işkence yaptığına dair yalan haber yayınladığı için istifa etmek zorunda kalmıştı. Bu tür durumların engellenmesi ancak basının öz denetim mekanizmalarının işlemesiyle mümkün.
Günümüzde enformasyon patlaması yaşanmasının başta gelen itici gücü kuşkusuz liberal küreselleşme sürecinin ivme kazanması. Küreselleşme aynı zamanda medyanın, iletişimin ve enformasyonun küreselleşmesi anlamına geliyor. Ignacio Ramonet’nin dediği gibi günümüzde küresel medyalar kendi devleşmelerini sürdürme kaygısı içinde yasama-yürütme ve yargıya karşı bir dördüncü güç olmaktan giderek uzaklaşıyorlar. O nedenle Ramonet beşinci bir kuvvet yaratmanın gerekliliğinden söz ediyor. Bu beşinci kuvvet bozulmamış enformasyon için mücadele etmek üzere uygar ve biliçli yurttaşların gücüne dayanacak.

Bu yazı Eylül 2004'te NTV'de katıldığım Ters Açı programı için hazırlandı
Resim: 'Identity' by Maroe Susti (2007)

Hiç yorum yok: