20 Haziran 2006 Salı

INGEBORG BACHMANN'A İNAT İLKBAHAR

(Çok eskiden yazdığım bir kısa öykü denemesi)

Gelecek bir şey yokmuş artık. Bir daha ilkbahar olmayacakmış. Herkese kehanetiymiş bin yıllık takvimlerin. Ama yaz ve hani derler ya, “yazdan kalma” diye. Onlar da olmayacakmış. Artık hiç bir şey gelmeyecekmiş. Olan kadarını toplamalı o vakit. Sağda solda kalanları paketleyip biriktirmeli. Arada bir duyumsamak istemez mi insan? İlkbaharsız yaşanır mı hiç? Nereden başlamalı? Hatıralık getirdiğim şu küçük eyfel kulesi, camlı büfede durup duran, açar mı kapıyı ilkbahara? Denemeli.
Nazım Hikmet tutuşturmuştu elime yıllar önce. Hani bir gece, bir mayıs gecesi, Volter rıhtımında, dayayıp beni duvara öptüğünde ağzımdan. O gece paketleyip taktım koluma ilkbaharı ilkin. Yüksek ökçeli kırmızı rugan pabuçlarımın üzerinde titrerken bacaklarım. Ağzımda kalan o öpücükle gelip sonra, Markiz’in kapısından girdim.
Ökçelerimin sesi benden önce girdi. Karolarda yankılandı gelişim. Ardından yeşilce, usulca selamladı gözlerim Haldun Taner’i. İlkbaharın hemen solunda oturmuş, döke saça yiyordu milföy böreğini. Feride geldi yanıma, kızkardeşlerden küçük olanı. İlkbaharın tam altındaki masayı gösterdi. “Hanımefendi ne alırdı?” diye sordu Feride. “Nane likörü” dedim, “bir de ilkbahar”. Anlamlı gülümsedi. Gülümsedim. Nane likörünü yemyeşil üç yudumda bitirdim. Bay Avedis geldi sonra. “matmazel ilkbaharı sarmamızı ister mi?” diye sordu. “Lütfen mösyö” dedim, “mersi boku”. Bay Avedis başıyla işaret etti Feride’ye. Ablası Selma’yla geldiler masama. Birlikte önce pembe beyaz bahar çiçeklerini, bahar dallarını, sonra sarı çimenleri, gökyüzünü, yeşillikleri, suyu, göl kıyısındaki kayacıkları indirdik. Bay Avedis paketledi hepsini birer birer. Haldun Taner uzanıp kucakladı dallara tutunan beni. İndirdi karoların üzerine. Kareli gömleğindeki, bıyıklarındaki milföy kırıntılarıyla sımsıcak gülümsedi. Gülümsedim. Paketlerimi, titreyen bacaklarımı alıp, geldiğim gibi usulca çıktım Markiz’den.Ökçelerimin sesi benden önce çıktı. Tünele yürüdüm. Forsizıns’a doğru. Önce ökçelerimin sesi, sonra kırmızı rugan pabuçlarım, titreyen bacaklarım, paketlerim, en son yeşil gözlerimle içeri girdim. Girişe yakın masaya oturdum. Müzik hafif hafif okşadı kulaklarımı. Kalbimde çiçekler açtı peşi sıra. Vivaldi gülümsedi karşımda. Gülümsedim. “sinyorina ne arzu eder?” diye sordu. “Kapuçino, sinyor, bir de ilkbahar lütfen”. Anlamlı gülümseştik. Kapuçinoyu köpük köpük üç yudumda bitirdim. Vivaldi tüm mevsimleri paketledi birer birer. “Prego” dedi, “alın hepsini”. “Gratze sinyor” dedim, “ilkbahar kâfi, üstü kalsın”. Kalktım. Yazdan kalmaları bari, alsa mıydım? Almadım. Titreyen bacaklarımla çıktım.
Sonra artık nerede ilkbahar varsa bulup topladım. İngeborg bir daha ilkbahar olmayacak diyedursun, bitecek gibi değildi. Çoktu, pek çoktu. Bir kısmını gözlerimde biriktirdim İngeborg’a inat. “Asla ağlamamalısın” dermiş bir şarkı. Onun dışında bir şey diyen kimse yoktu.

Resim: 'Le Printemps' by Botticelli

Hiç yorum yok: